Bir cumartesiye blog yazısı yazarak başlamanın
güzelliğini ilk kez tatmakla birlikte geçen cuma yazacağım dediğim The Lone
Ranger’ı bu kadar gecikmeli yazdığım için kendime kızıyorum. Kısa da olsa fena
olmayan bir tatilin sonrasında evime geldim ve IELTS sınavında hiçbir şey
beceremeyeceğimi fark ettikten sonra bilgisayarın başına oturdum. Bütün yazım
genel olarak bir hayal kırıklığı oldu ve bugün yazacağım film de şirketine
büyük bir hayalkırıklığı getirdi. 250 milyon dolarlık film ilk haftasında
sanırım sadece 30 milyon dolar getirince Disney ağlamaya başladı. Buradan
Disney’e sesleniyorum: “Bu zamanda western film senin neyine?”
Evet, film western türünde. Trenler, mükemmel hedeflenmiş
silahlar, kasabalar, kızılderililer ve genelevleriyle mükemmel bir western.
Ancak film yapılırken biraz da düşünülmeliydi. Bu zamanda kim western sever?
Ben değil. Hayatımda nefret ettiğim film türlerinden western sanırım en başta
gelir ancak bu filmi her zamanki gibi Johnny Depp’in kaşının gözünün hatrına
izledim. Sonuç mu? Beğendim. Ancak genel sonuca gelirsek herkes benim kadar
Johnny Depp’e odaklanmıyor filmde. Sonunda eğlenip eğlenmediklerine bakıyorlar.
Belki biraz gerçeklik, biraz da klişelerden uzaklaşma arıyorlar. Yine de filmi
beğendiğim için iyi yönlerini yazacağım. Açıkçası kötü yön de bulamadım filmde.
Bu kadar güzel bir film, günümüze kurban gitti sadece.
The Lone Ranger, John Reid isimli bir avukatın kasabasına
dönmesiyle başlıyor. Kötü adamların tehdidi altındaki kasaba şartlarında
ağabeyini kaybeden John, Tonto adlı bir kızılderiliyle tanışıyor. Adaletsiz
dünyada adalet aramaya çalışan iki adam sonunda adaletin bir işe yaramadığına
karar veriyor ve adaletsizlikle adalet getirmeye başlıyorlar. Bu arada bütün
olaylar yaşlı Tonto’nun müzede bir çocuğa hikayesini anlatırken gözler önüne
geliyor. Bir çeşit flashback diyebiliriz.
Bu filmi yazmaya kimle başlanır, diye sordum kendime.
Aldığım cevap ise tabi ki başrolle oldu. Armie Hammer’ın canlandırdığı John
Reid, tam bir doğrunun adamı olmasıyla bir esas adam. Ancak şöyle bir olayı var
ki ağabeyinin karısına aşık. Ne kadar doğru bir adam olduğunuz buradan anlarız
herhalde. Ağabeyinin intikamını almak ve adaleti topraklarına getirmek için
savaşıyor. Ölüp de diriliyor sözde. Tonto ona “yanlış kardeş” anlamındaki “kemosabe”
diyor. Başlarda geldiğine pişman oluyor belki ancak sonra uyum sağlıyor. Armie
Hammer bu role çok iyi oturmuş ancak sanırım bu role sarı saçlı, ince, uzun
herkes de oturabilirdi. Pek bir olayı yok çünkü John’un. Mesela Ryan Gosling de
pekala John olabilirdi. Bu yüzden fazla büyütülecek bir karakter değil.
Seyirciyi asıl filme çeken kişi ise tabi ki de Johnny
Depp. Tonto rolünde her zamanki gibi harika bir iş çıkarmış ancak sanırım
Johnny Depp’in yüzleri tükenmeye başladı. Ne kadar farklı karakterleri
canlandırabilir diye düşünmek artık insana baş ağrısı veriyor. Willy Wonka’dan
Jack Sparrow’a kadar her rolü yaptı. Zaten genelde ironik rolleri alıyor.
Filmde en çok dikkatimi çeken ise Tonto ve Jack Sparrow’un benzerliği oldu.
Biri bozuk saate diğeri bozuk pusulaya bakıyor. Saçları neredeyse aynı. Daha ne
diyeyim. Biraz farklı karakterlere yönelmedi artık Johnny. Komik ama aynı
zamanda ciddi bir aktör.
Şu dünyada Red rolüne kim uyar diye sorarsanız herkez
size Helena Bonham Carter der. Helena hiçbir zaman aşırı öne çıkan rollerde
olmadı ancak şöyle bir olay var ki, bir karaktere baktığınızda bu Helena’ya
uygun mu değil mi hemen anlıyorsunuz. Kadının böyle bir ağırlığı varken filmde
kötü bir iş çıkarması da zaten mümkün değil. Bu arada The Lone Ranger, Johnny
ve Helena’nın içinde olduğu ancak Tim Burton’ın yönetmediği tek film. Filmi
izlediğimde ise direk şunu düşündüm: Helena bu kadar güzel bir kadın mıydı?
Genelde Tim Burton’ın filmlerinde bakımsız olduğu ve sonda hep öldüğü için dikkat
edememiştim.
Filmde ön planda olan ancak hiç umursamadığım üç karakter
vardı: Latham Cole, Rebecca Reid ve Butch Cavendish. Söylemem lazım ki Ruth
Wilson’dan hiç hoşlanmadım. Belki biraz Nicole Kidman havası vardı ancak
kesinlikle bir Nicole Kidman değildi. Ne yaptığı bilinmez bir kadın olarak
oradan oraya savruldu. Latham Cole rolündeki Tom Wilkinson ise iyi bir iş
çıkarmıştı. Kötü adam olduğunu hep anlamıştım gerçi ama Butch’un kardeşi
olduğuna inanamamıştım. Butch Cavendish ise Hannibal izleyen birinin midesini
kaldırmaya yetecek kadar iğrençti.
Filmi izleyin derim. Güzel ve eğlenceli. Tren sahneleri
tabi ki de çok etkileyici ve komik. İkinci bir film yapılacağını sanmıyorum
çünkü gerçekten Disney küçük olsaydı belki de şu an batmıştı. Filmin günümüze
kurban gitmesini cidden istemezdim ancak olan oldu. Umarım Armie Hammer ve
Johnny Depp’i yine beraber görebiliriz çünkü gerçekten ekranda iyi bir çift
olmuşlardı.
Tonto: Justice is what I seek, Kemosabe."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder