9 Aralık 2011 Cuma

YENİ BİR YIL


Yılbaşının en güzel yönlerini yazacağım.
1. Evdeki çam ağacını süslemek. Tamam, bizdeki gerçek değil ama olsun. Kar spreyi sıkarak annemin halısını bok etme hazzı, ışığın fişini prize takınca tüm salonun aydınlanması… Her süsü tek tek takmak.
2. Sınıftaki yılbaşı çekilişi. Bir zamanlar sevmiyordum çünkü öküzün, hayvanın, orospunun teki bana hediyemi getirmemişti. İnşallah evinizdeki çam ağacı götünüze girer sizin. Neyse, şimdiki sınıfımla pek beceremedik çekmeyi ama herkes tam olunca çekeceğiz. 
3. Annemin yaptığı tavuklu, sarımsaklı garip şey… Sadece yılbaşında yapıyor ve tadı acayip güzel oluyor. 
4. Victoria’s Secret şeysi. Sadece başını izledim ama müzikleri pek bir hoş oluyor.
5. O gün kıpkırmızı giyinmek. Böyle bereleri, eldivenleri çekmek. Pek tatlı olunuyor bence.
6. Geri zekalı taçlar, şapkalar ve onlarla fotoğraf çekinmek. Yemin ederim öyle seviyorum ki. Maalesef bu yılbaşı çekecek kimsem olmayacak ama olsun.
7. Büyükbabamların evinin önündeki çam ağacı. Alttaki onu öyle bir süslüyor ki ışıklar kapanınca ağacın ışıkları salonu dolduruyor. 
8. En aptal şarkılar yılbaşında güzel olması. Yani Christmas temalı oluyorlar ama ben onları yılbaşı yoluna dinliyorum. Pek güzel…
9. Twitter’da Happy New Year’ın tt olması. Bütün dünya olarak aile gibi hissettiriyor çünkü yılbaşında kimse kötü düşünemiyor.
10. Hayatında içki içmeyen arkadaşlarımın “Bir içmişim var yaa…” diye söylenmeleri. Neyse, bu bile yılbaşının güzelliğini bozmuyor bak.
11. Hediyeler. Çok hediye alan biri değilim ama buradan göndermek isteyen olursa tekliflere açığım hani. Ne yapayım, insanlar bana hediye almıyor.
12. Bütün ailenin bir arada olması. Bence aile çok önemli. Bizimki kırık dökük olsa bile… Sanırım bu yıl öyle bir şey olmayacak.
13. Bir kez yemek, bilgisayara geçmek, oyun oynamak, bir kez daha yemek, geri sayım, bir kez daha yemek, annemin doğum gününü kutlamak, oyun oynamak, bir kez daha yemek.
14. Sevdiklerinle yan yana durmak. Bu bile yetiyor yılbaşı havasında.
15. Dışarıda yağan kar… Bembeyaz. Evimizin karşısındaki bol çam ağaçlı parkın beyaza bürünmesi ve sessizce yürüyen köpekler. Umarım bu yıl, çok kar yağar. Hatta geri sayımda daha da çok yağar.
Herkese mutlu yıllar! Sevdiklerinizle geçireceğiniz ve içkiyi götünüzle içmeyeceğiniz bir yıl dileğiyle!

8 Ağustos 2011 Pazartesi

BOL BOL KAN: TRUE BLOOD

            Bugün biraz True Blood’dan bahsedeceğim. Belki çoğunuz diziyi başta fazla seks ve küfür içerikli diye bıraktınız ama sonradan dizi çok daha iyiye gidiyor. Ben diziye ikinci sezon bittiğinde başladım. Zaten birkaç günde iki sezonu da bitirmiştim.
            Bence dizinin şu ana kadarki altın sezonu üçüncü sezondu çünkü Russell vardı. Üçüncüden sonraki en iyi sezon da dördüncü olacak sanırım. Birinci sezon alıştırma gibiydi, zaten kitabı da öyleydi. İkinci sezon hiç hoşuma gitmemişti.
            Şimdi bazı karakterlere bakalım… Spoiler olabilir yani. 


Sookie Stackhouse

            Kitaptaki haliyle alakası olmasa da en iyi Sookie, Anna bence. Sürekli vampir işlerine giriyor ama dördüncü sezonda Eric’le olan ilişkisinden dolayı geride kaldı biraz. Hatta dizi başrolsüz kaldı diyebilirim. Ayrıca Sookie periyse onun peri halini neden görmedik, merak ediyorum. Sanırım dizi bitmeden önce bütün yakışıklıları elden geçirecek, tabi kardeşi dışında. Neyse ama eski Sookie’yi biraz özledim sanki.


Bill Compton

            Diğer sezonları neremle izlemişsem neden Sookie’yle küstüklerini bir türlü anlamadım. Ancak Bill’in yeni haline aşığım! Tam bir kral. Sookie bence onun için yeterli değil. Çok seviyorum bu sezon Bill’i. Öyle böyle değil hani.




Sam Merlotte

            Eric daha ön plana çıktığı andan itibaren Sam’in pabucu dama atıldı. Aman, zaten o kadar da sevdiğim biri değildi. Vampirler, kurtadamlar ve cadılar daha eğlenceli. Zaten Sam’in sürekli o iyi insan tavırları beni bunalıma sokuyor. Bakalım o geri zekalı kardeşiyle ne yapacak?


Jason Stackhouse

            O panterlere karıştığı anda çok manyak oldu iş. Umarım o ucube kız ve onun hem amca hem koca karışımı adam geri gelmez. Ancak Jason’ın hikayesi daha genişletilebilir. Tabi bu sezon bir nefes alması gerektiğini düşünüyorum. İyi insan hallerinde daha iyi. Jessica olayına gelince… Lütfen kızı kurtar Jason! Adamı öldür ama kızı kurtar. Hoyt’u boş verin ben Jessica/Jason ikilisini çok sevdim.


Tara Thornton

            Tara… Bir boka karışmasan olmuyor değil mi? Kal işte kız arkadaşının yanında Toni olarak, gidin, mutlu olun. Çocuk falan evlat edinin. Tara, orada kaldığı sürece iş açacak yani, kesin. Kendini çok şey sanıyorsun ama uğraşma şu vampirlerle. Hayır, Sookie gibi peri olsan tamam ama otur oturduğun yerde. Önceden de Maryann’e bulaşmıştı. Sookie olan bitenden sonra bunu affederse… O da salak yani.


Lafayette Reynolds

            Çok seviyorum bunu. Şimdi cadı, büyü işlerine karıştı ama ne olacak hiç belli değil. Ölmesin de… Jesus’la pek hoşlar yani.


Eric Northman

            Yenirsin ki sen. İki hali de çok muhteşeeeeem. Hafızası geri gelmesin (ki gelecek) lütfen. Bu Eric’i çok sevdim, bebek gibi aynı. Ne yapacağını bilmiyor falan. Onlar Sookie’yle taşınıp gitsinler. Uzaklara hem de. Bill’i geçin.


Alcide Herveaux

            Debbie var ama sanırım Alcide’in Sookie’yle ileride bir ilişkisi olacak. Pek bir iyi Alcide. Kesin bu da vampir/cadı işine dahil olur, görüyorum.


Pam De Beaufort

            Pam! Yeni hali çok manyak. Eric olayından sonra birden delirdi. Eğer o Marnie denen cadı eline düşerse… (eat, fuck, kill) Ama umarım Pam eski haline dönebilir, onu böyle görmek korkunç. Gerçi Bill’den ceza alacağı da kesin. Bu arada Ginger’la olan sahneye öldüm. Ahahahaha :D


Jessica Hamby

            Jessicaaa! Sakın öleyim deme yavrum, lazımsın sen bize. Bill seni iyice bağlayacaktı da kıyamadı. Kurtulunca da Hoyt’u falan bırak.

            Kim o cadı işini bitirecekse bitirsin cidden. Bana Lafayette/Jesus ya Arlene’in bebeği ya da Pam/Jessica bitirecek gibi geliyor. Olmazsa Sookie el atar zaten.
            Ayrıca beşinci sezonda Russell geliyormuş.
.
St. Lovely Bitch. 

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Sizinle tanışmak büyük bir zevk Bay Potter…


Nasıl anlatsam size? Bir efsane mi, unutulmayacak güzel bir anı mı, yoksa her şeyin ötesinde bir yaşam mı?
Harry Potter. Sağ kalan çocuk. Herkesin mutlaka bildiği çocuk.
Son film vizyona girdi. İlk gün gittim filme elbette… Tüm film boyunca ağlasam ve sinemadan pek bir şey anlamasam da efekt açısından beni en çok etkileyen film buydu. Hogwarts’ın savunmaya geçiş sahnesinde taştan askerlerin yerini alması, Ölüm Yiyenler’in saldırıya geçmesi, Gringotts’dan kaçış sahnesi… Her şey mükemmeldi. Muntazam bir sona yakışacak şekildeydi. Hoşçakal demeyi bilmişti tüm oyuncular ve diğerleri… “Olmuş.” diyeceğimden emindim sinemaya gitmeden önce.
Bir de gitmeden önce, önceden resmini paylaşmıştım, Ölüm Yiyenler’in sembolünü çizdim.
Şimdi asıl konuya dönelim. Karakterler… Çok uzun yapmak istemiyorum ama onları kısa kısa yazamayacak kadar iyi tanıyoruz.
Albus Dumbledore… İlk başta Harry’ye koruyucu bir simge gibiydi ama çok şey biliyordu. Dumbledore güç için uğraşmıştı ama gücün de bedeli vardı. Çoğu şeyini verdi ama flashbacklerde “Çocuk zamanı gelince ölmedi.” dediğinde ona olan tüm sempatim kayboldu. Neden bilmiyorum. Yine de bilerek Harry’yi bu duruma sokmak belki de neden.
Severus Snape… Kitabı okumayan kişilerin Snape ölünce nasıl güldüklerini hatırladım şimdi ama Snape göründüğünden çok daha fazlasıydı. Hepimizin tanıdığı aşkı yaşamıştı Snape. Tüm saf duygularıyla, Lily’ye duyduğu aşk belki de her şeye duyduğu herhangi bir duygudan daha derindi. Lily, James’i seçince susmak zorunda kalması. Harry’yi koruması, sonradan belki de kendi oğlu gibi sevmeye başlaması. En zoru Snape’ti bence. Ölümüne bu kadar üzüleceğimi tahmin etmemiştim.
Harry Potter… Sağ kalan çocuk. Büyü dünyasının Michael Jackson’u gibi birisi. Arkadaşlarına ve ailesine sonsuz bağlılık hisseden bir çocuk. Boyuna göre çok büyük şeyleri kaldıran bir karakter oldu Harry. Hepimiz onunla büyüdük. İlk okula gelmesi, ilk zorluklar, ilk öpücük, ilk aşk… Hepsini bir nevi Harry’yle yaşadık biz. Harry belki de tanıyabildiğimiz en cesaretli insandı. Büyüler bir yana. Arkadaşım olduğun teşekkürler Harry.
Hermione Granger… Zekasıyla yaşının en iyi cadısı. Hermione’nin ne hissettiğini hep gördük. Bazen duygularıyla bazen de mantığıyla hareket etti. Tüm yaşadıkları ona alçakgönüllü olmayı öğretti. Nerede ne yapacağını bilen bir karakterdi Hermione. Mükemmel bir cadısın Hermione.
Ron Weasley… “Thank you for what you did to ginger people.” En zor zamanlarda bizi güldüren ve herkesten daha çok yürekli olan Ron. Pek aktif görünmeyen ama sonuca ulaşmada en önemli yerlerden birine sahipti Ron. Harry’ye yol gösterdi. Seni çooook seviyoruz Von Von.
Fred&George Weasley… Aklımdan hiç kazınmayacak olan tek sahne. Fred’in ölümü. Kuşkusuz filmin neşesiydi bu ikizler. Hoşçakal Fred ve tek kulağınla başarılar George.
Neville Longbottom… Çok çok uzun bir hikayesi yok. Belki görüşü biraz aptal ama en cesurlardan biri. Neville The Hero.
 
Tonks&Lupin… Zorluklar arasında bir aşktı, kitabı okuyanlar bilir. Öldüklerinde çok üzülmüştüm. Dikkat! Tonks’a asla Nymphadora demeyin…
Hep iyilerden bahsetmek olmaz.
Draco Malfoy… Tam olarak daddy’s boy. Belki de ilk başta kötüydü ama sonradan iyiyi seçmesi kelimelere sığamayacak kadar hoştu.
 
Bellatrix Lestrange… Tam olarak delinin teki. Filmde karakteriyle en çok özdeşleşen kişiydi.
 
Voldemort… En kötülerin arkasında acı dolu bir geçmiş yatar. Voldemort’un acımasız halinin nedeni çocukluğuydu. Kötü seçimler ve kötü yollar. Ama en güçlü büyücülerden biri olarak da öldü.
***
Tom Riddle güç için öldü.
Severus Snape aşk için öldü.
Sona kalan Harry Potter ise ölümü eski bir dost gibi karşıladı.
.
St. Lovely Bitch.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

VOLDEMORT KAPTAN VE POTTER REİS DAVASI


Harry Potter’ı okuyan, seven, izleyen çoktur ama anlayan azdır bence.
Harry Potter ünlü bir yapımdan çok gerçeklerle yüzleşmeye kaçıştır. Büyüdükçe korkunun ve kötülüğün ne kadar karanlık olduğunu anlatan, sevginin ve bağlılığın ne kadar değerli olduğunu gösteren bir yapımdır. Rowling’in üstün hayal gücünden doğmuş bu seri herkes için farklıdır, özeldir.
Ayrılmak çok zor şimdi. Kim bilir kaçımız her gece Harry, Ron ve Hermione’yi düşünerek uyuduk? Kaç kere rüyalarımıza girdi? Kaçımız bütün büyüleri öğrendik? Wingardium Leviosa’yı elimizde kurşun kalemle eşyalarımızın üzerine denedik? On bir yaşına gireceğimiz yıl, üzerinde Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nun mührü olan zarfı bekledik? İnandık.
Harry Potter benim için farklıydı çünkü sihrin dünyasına girmek her şeyden bir kaçıştı. Sinemadan uğuldayan kulaklarla çıktığımda “Çok güzel filmdi.” dedim her seferinde. Her kitap bittiğinde yenisini özledim. Tek sevdiğim spor Quidditch, en sevdiğim ders Karanlık Sanatlara Karşı Savunma, en sevdiğim öğretmen Lupin…
Harry Potter bir yönde hepimize daha yaşamadığımız şeyleri sihrin altında gösteriyordu. Birinci filmde, aileni kaybetmek. İkinci filmde, sevdiklerin için sonuna kadar savaşmak. Üçüncü filmde, yüzleşmek. Dördüncü filmde, boğazına kadar karanlığa batmak ve sevdiklerini kaybetmek. Beşinci filmde, karşı çıkma. Altıncı filmde, plan yapmak. Sonda ise, ölümü eski bir arkadaş gibi karşılamak…
***
Tabi, yazıya başlığını veren Voldemort Kaptan ve Potter Reis davası da var. Kitapları okuyanlar bilir ancak. Sadece Harry ve yandaşları haklı değildi elbette. Her karakterin kendine göre nedenleri vardı. Severus Snape’in aşkı, Voldemort’un kötü geçen çocukluğu, Dumbledore’un acımasız geçmişi…
Elveda demek zor tabi. On yıl, sekiz film, büyük emek, fazla sevgi… En çok emeği geçen kişiler elbette Rowling ve Steve Kloves…
Teşekkür ederim eski dostum Harry Potter…
Hoşçakal.
.
St.Lovely Bitch.