24 Nisan 2013 Çarşamba

LES MISERABLES

Les Miserables’den/dan biraz önce çıktım. İsminin nasıl söylendiğini bilemeyeceğim için Sefiller demek daha iyi olur yazı boyunca. Romanı zaten okumayan biriyim. Sadece şarkılarını önceden duyarak gittiğim bir filmdi, mükemmel olacağını bekliyordum aslında çünkü Broadway’de gerçekten mükemmeldi. Yine de sinemalara da ses getirdi Sefiller.
Sanırım yazıya Oscar kazanan Anne Hathaway’le başlamak iyi olur. Açıkçası Anne Hathaway’in prenses rollerini gördüm çoğunlukla. Zaten çoğunlukla da öyle rollerdeydi tabi son zamanlar dışında. Sanırım filmde otuz dakika falan vardı ama şunu söylemeliyim ki bu otuz dakikayla kazandığı ödülün her santimini hak etmişti. Hugh Jackman’dan da bahsetmek istiyorum tabi ki. Bence sesi ve oyunculuğu harikaydı. Karakteri yüzünden adama aşık oldum sanırım. Russell Crowe’un karakteri Javert’in kendini öldürmesi için bütün film dua ettim anca sonunda öldürdü. Yalnız Russell Crowe mükemmeldi filmde, gerçekten sesi falan hiç beklemiyordum ondan. Cosette tahmin ettiğimden daha az vardı filmde. Thenardier isimli karakterin oyuncusunu tüm film boyunca düşündüm ancak Sacha Baron Cohen olduğu son anda dank etti. Helena Bonham Carter’la mükemmel bir ikili olmuşlardı. Normalde filmlere baktığımızda esas oğlan dediğimiz kişinin aşırı yakışıklı olmasını bekleriz (anca o zaman severiz esas oğlanı zaten) ancak Marius rolündeki Eddie Redmayne seyircinin kalbini yeteneğiyle kazandı. Şimdi efendim… Hatırlarsanız ve görmüşseniz Tumblr’da bir gif vardı tüm ekibin Oscar’da şarkı söylediği. Bir adam öyle bir geliyordu ki gife “Revolution doesn’t start til I come in.” yazmışlardı. İşte ben o adamı tüm film merak ettim. Sonradan öğrendim ki bu havalı adam Enjolras rolündeki Aaron Tveit dışında biri değilmiş. Bir de Eponine karakterini canlandıran Samantha Barks’a değinmek istiyorum. Nasıl güzel bir bayan kendisi öyle, nasıl sevdim belli değil. Ah bir de öyle bir kişiyi unutmuşum ki suçluluk duydum. Gavroche rolündeki minik Daniel Huttlestone. Bence tüm oyunculardan daha iyi rol yapıp daha iyi şarkı söyledi Daniel. Ölünce ağlamaktan canım çıktı. 
İkinci olarak filmin süresine değinmem lazım. İnsanlar çok sıkılmış bunu izlerken çünkü film yaklaşık üç saat ve şarkısız sahne yok bildiğimiz. Eh müzikal tabi olmaz ancak insanlar anlamıyor sanırım. Yavaş gittiği kesin filmin ancak film bitmeden çıkacak kadar değil. Bu insanlara cidden sinirlendim. Bir de yanımda ayı gibi esneyen bir adam vardı ki ağzına çakacaktım. 
Tabi bir de filmin mükemmel şarkıları vardı. Şarkılar yüzünden sinemada izlenecek bir film. Tabi evde izliyorsanız da kulaklık takarken izlemenizi öneririm çünkü oyuncular sesleri müthiş olmasa bile eargasm yaşatıyor insana.
Bu yüzden filmi izleyin derim. Sıkılırsınız belki ancak müzikallere ilginiz varsa (benim gibi) filmin tadına doyamazsınız.
Not: Bu arada filmi izlerken Russell Crowe’un Javert’ine orospu çocuğu diyen iki kızı kınıyorum.
“This is the land I fought for liberty, now when we fight, we fight for bread… Here is the thing about equality, everyone’s equal when they’re dead. ”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder