24 Nisan 2013 Çarşamba

THE HOST

Host
Normalde filmlerle ilgili olan yazılarıma önce Imdb’den puanımı vererek başlarım ancak Host beni korkunç derecede ikilemde bırakan bir film oldu. Twilightsıçışından sonra Stephenie Meyer‘in bir başka romanına karşı ön yargılıydım. Ancak Host ön yargılarıma küfretmemi sağlayan bir film oldu. Hatta yarıda bağıra çağıra arkadaşıma filmdeki oğlanlara ne kadar aşık olduğumu söylüyordum.
Normalde filmler hakkında pek profesyonelce yorum yapmam ama eksilere ve artılara değinirim. Bu filmde ona odaklanmam pek mümkün olmadı çünkü odaklanabildiğim tek olay Max Irons ve Jake Abel‘ın… Ne desem… Aşırı derecede mükemmelimsi tipleriydi. Bu film öyle Twilight gibi Team Ian ya da Team Jared oluşturulacak bir film değil, o yüzden ikisi de mükemmeldi demek istiyorum.
Ağzım sulana sulana bakmaktan kendimi çektiğimde gözüme çarpan birkaç olay olmadı değil. Tabi bunlar yine eksiler ve artılar olarak ayrılıyor. Öncelikle görsel efektlerin başarısına değinmem lazım. O ruh gibi şeyler çok güzeldi, özellikle onu ellerine aldıkları zamanki yakın çekim, parmak izlerine tek tek tutunması falan… Büyüleyiciydi tek kelimeyle.
Adam gibi bir şey bulamadım için oyunculara geçiyorum. Tabi baş rolle başlamamız gerekiyor, Mel/Wanda rolündeki Saoirse RonanLovely Bones‘da bu kızı cidden sevmiştim ancak hiçbir zaman feminen yönünü de ortaya çıkarabileceği bir baş rolde hayal edememiştim. İsmi bir garip okunan ablamız filmde gerçekten güzel bir iş çıkarmış bence. Hani, bilmiyorum, kötü düşündüğüm için kendimden utandım diyebilirim. Mükemmel olmasa da böyle bir rolün altından hakkıyla kalkmış. Karakteri durmadan öpüşse de buna bir şey diyemeyeceğim, öpüştüğü adamlar güzel çünkü. Bu arada çok sevgili Pelin arkadaşımın dediğine göre Mel halinin sesi önceden kaydedildiği için film boyunca kulaklık takmış ve ona göre cevap vermiş. Yani yönetmen ve ondan başka kimse bu sesleri bilmiyormuş. Duyduğu andaki mimikleri, her şeyiyle güzeldi bence. Bu arada geceliğinden nefret ettim kızın onu söylemem lazım. 
Bir de aşık olduğum Diane Kruger‘a geçelim. Hanımefendiyi Troy‘dan beri aşırı güzel bulduğum için bu filmde de hakkındaki düşüncelerim değişmedi. Yalnız o ruh kadından çıktıktan sonra gerçekten o kadar yaşlandı mı yoksa makyaj mı bilemiyorum ama birden çizgiler falan çıktı kızın yüzünde… Korkunç. Bu aradaEva Green‘e teklif göndermişler rol için. İyi ki de kabul etmemiş. O kadını hep kötü rollerde görmek… Yazık kadına.
Bu iki kişi bittiğine göre kaldı iki. Max Irons… Jared rolünde. Melanie’ye aşık.Red Riding Hood‘dan biliyordum ama imdb’ye bakana kadar anlamamıştım. Bir kaslanmış, bir şeyler olmuş, saçı açılmış falan. Bir güzelleşmiş bu oğlan. Cidden yakışıklıydı yaa. Bu arada Mel’e tokat attığı sahnede aslında tokat atmadı bildiğin gömdü, geçirdi falan. Bir de bir sahnede Pelin’e “Ohaaa, Jared’in poposunu gördüm.” diye bağıracaktım az kalsın. Allah özene bezene yaratmış maşallah, poposu da yüzü de gayet yerli yerinde. Bu arada biraz önce öğrendim Kit Harington rol için seçmeye girmiş. Seçilememiş. Git, sen Rose Leslie‘ye göster poponu. Max’in poposu seninkinden güzel. (Burada Rose Leslie ile sevgili olduğunu öğrendiğim Kit Harington’a olan sinirim görülüyor.)
Veee Percy Jackson‘ın kötü çocuğu ama Host’un Wanda’ya aşık olan çocuğuJake Abel‘a gelelim. Bunun tipi eskiden bu kadar iyi değildi ya… Dudakları falan bir güzelleşmiş. Pelin’le en sevdiğimiz oğlanın Jake olduğuna karar vermiştik ama Max Irons’ın poposu araya duvar örüyor sanırım.
Oğlanlara sulanmam da bittiğine göre kitabın yazarı Meyer hanıma geçebiliriz. Filmde gördüğüm tek eksi yön yine yazardan kaynaklanıyordu! Hep yazardan zaten, başkası yazsa bunu bir şey demezdim belki de. Şafak Vakti’nde de aynı şeyi yaptı bu kadın. Yemin ederim. Tam geliyor doruk noktası olacak yere, aptal aptal şeyler koyuyor kadın. Heyecan yaratamıyor yani. Olaylar alevli alevli başlıyor, filmin ve kitabın sonuna doğru alev söner gibi oluyor. Şafak Vakti’nde direk kül vardı elimizde, bunda ise sonda kıvılcımlar kaldı yine de. Meyer sen kitap yazma ablam… Fikirlerini söylesin, başkası yazsın bence kitapları. Yine de adil davranmadım. Bir dakika! Meyer’i bir konuda kutlamam lazım. Yine Bella gibi bir sümsük yaratmak yerine daha karakteri oturmuş biri, kendi doğruları olan bir kız yaratmış. Ellerinden öperim.
Filmi izleyin derim. Gerçekten güzel çünkü. Bence Imdb’de 7 puanı hak etti rahat bir. Her ne kadar 5.9 olsa da… Gerçi ben filmden ne anlarım. Ben yedimi vereyim, sonra ne olursa olsun.
“I, the soul called Wanderer, love you, human Ian. And that will never change, no matter what I might become.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder