24 Nisan 2013 Çarşamba

YEDİ KOCALI HÜRMÜZ



Evet, efendim… Bahsettiğim üzere Yedi Kocalı Hürmüz‘e bu akşam gittim. Türkiye’deki müzikal yoksunluğundan bu gittiğim ikinci müzikaldi. Ancak ne kadar müzikal diyebiliriz bilmiyorum, müzikal kategorisine koymak ne kadar doğru olur… Bilemem orayı çünkü sadece yedi tane şarkı vardı. Bunların ikisi filmde de vardı. El-Hubb ve Tanrım. (Sanırım adları öyleydi, tam hatırlamıyorum.) 
Müzikal hakkında duyduğum çoğu şey kötü yöndeydi… Ancak bu akşam tiyatrodan çıktıktan sonra fark ettim ki onlar bir bok bilmiyormuş. İnsanın bir şey hakkında karar vermesi için kendisi görmeliymiş. Ancak kötü yöndeki yorumların bazılarına katıldığımı söylemek zorundayım. Önce onlardan bahsedeyim de oyuncuları övmek için bol bol zamanım olsun.
Tüm oyuncuların ismini bilmiyorum, zaten izleyen herkesin de bileceğini sanmıyorum çünkü bir oyuncunun annesinden öğrendiğime göre bu grup amatörmüş ve Yedi Kocalı Hürmüz ikinci oyunlarıymış. Her neyse, eksilere dönelim. İnsanlar hakkında yorum yapmayı sevmem ama bunu söylemek zorunda olduğumu hissettim. Gözde Atılgan‘ın kilo alması lazım. Anoreksik olduğunu ciddi anlamda düşündüm ve bence oyuncu örnek alınacak biri olmalı. Anoreksik olmasa bile inanılmaz derecede zayıf. Bence kilo alması onu çok daha güzel gösterecek.
Bir diğer eksi ise bütçelerinin yoksunluğuydu bence. Bütçe az değilse bile az görünüyordu. Dekoru, sahne geçişleri, sahne arkası ekibi dökülen bir gruptu. Sahne arkası ekibi var mıydı bilemiyorum çünkü öldürücü derecede uzun olan sahne geçişlerinde Doktor rolündeki baya uzun ama yakışıklı olan Cemil Başdoğan durmadan dekor taşıyordu. Adam rol yapmaktan çok sahne geçişinde dekor taşıdı. Gerçi bütün ekip taşıdı ama Cemil Başdoğan bütün dekorlardan uzun olduğu için gözüme en çok o çarptı. Böyle ekiplerin daha çok desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum, en azından para yönünden.Bir de daha iyi bir sahnede olmaları çok daha iyi olur ancak biliyoruz ki böyle şeyler için yine para lazım.
Başka bir eksi daha vardı. Orkestra demek gelmiyor içimden, diyemem zaten, değil çünkü. Müzikalin müzik yönünü götüren dört müzisyen çok başarılıydı, bunu göz ardı edemem. Özellikle de keman çalan (adını bir türlü bulamadım) müzisyen çok yetenekliydi. Ancak şöyle bir eksileri vardı ki profesyonelliklerinde bir eksiklik gördüm. Oyun boyunca seyirciyle olsun, kendi aralarında olsun, duyulduklarının farkına varmadan konuşuyorlardı. Şarkıları çalarken de birbirlerine resmen bağırdılar bir ara. Bunu kesseler ve müzisyenlerin durması için daha uygun bir yer bulunsa daha iyi olabilir çünkü çalışma alanları dört sandalyeydi ve sahne-seyirci arasına sıkıştırılmışlardı. Aklıma bu kadar eksi geldi. Sanırım artılara geçebilirim.
Kızlar, erkeklerin gölgesinde kalmıştı. Bunu kabul etmeliyiz. Sahneyi pek doldurmuyorlardı. El-Hubb’da sahne boş kalmıştı resmen. Diğerleri ne ara dans edecek falan oldum bir ara. Ancak Eda Koca, Hürmüz olarak güzel bir performans sergilemişti. Safinaz rolündeki (sanırım) Fulya Kuz‘un performansı kızlar arasında en beğendiğim performanstı.
Sanırım hem rol alan hem de yöneten, ayrıca kostümleri ayarlayan Abdullah Yüksekcan‘dan da bahsetmeliyim. Bu kadar işi bir arada yapmayı başarsa bile daha gelişebilir bir iş çıkarmıştı. Yine de beğendiğimi söyleyebilirim.
Şimdi diğer kocalara geçebilirim. Reis rolündeki İbrahim Sevinç’i korkunç derecede Akasya Durağı’ndaki birine benzettim. Çok eğlenceli ve gerçekçi bir performans sergilemişti. Rüstem rolündeki Taylan Doğan… Ona gülmekten başımı kaldıramadığım sahneler oldu. Şu an adamın Facebook’una bakıyorum ve bıyık çok manyak yakışıyor. Ben bunların peşine düşerim de neyse. Doktor rolündeki Cemil Başdoğan‘a da değinmek istiyorum. O da çok güzel bir oyunculuk sergilemişti ve bana birini hatırlattı ancak kimi bilemiyorum şimdi. 
Ancak oyunculardan birine ayrı bir paragraf ayırmak zorundayım. Yusuf Kenan Adıgüzel… Karakterinin adını unuttum ne yalan söyleyeyim. Konuşması, hareketleri (özellikle kalça hareketleri), mimikleri ve her şeyiyle ortaya çok hoş bir karakter çıkartmıştı. Ona gülmekten ağladığım yeri hatırlıyorum ya… Tam tiyatrodan çıkıyorduk ve annem merdivenlerde onu övüyordu ki yanımızdaki kadın “O benim oğlum,” dedi. Bir anne daha ne kadar gururlu olabilir bilmiyorum. O kadar iyi bir oyuncu olan oğlum olsa ölürüm ben ona. Annesini tebrik edip kendilerine de tebriklerimizi gönderdik, umarım annesi unutmaz da söyler. Nolur unutmasın Allahım. 
Oyuncularıyla kurtaran bir müzikal olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Gerçek yeteneklerle dolu bir gruptu, umarım yolları açık olur. Çok başarılılar ve onlar için en büyük dileğim bu yeteneklerinin fark edilmesi. Tiyatro Türkiye’de risk demek ve bu insanlar gönüllerini koymuşlar. Sonuna kadar da hak ediyorlar. Şimdi karşılaştırmalara geçelim.
Öncelikle izlediğim bir diğer müzikalle karşılaştırayım… Fosforlu Cevriye. Fosforlu’nun daha kaliteli bir yapım olduğu aşikar. İkisini de ancak bu yönden karşılaştırabilirim zaten. Şimdi de filmiyle. (Türkan Şoray’lısını bilmiyorum.) Açıkçası Nurgül Yeşilçay dışında tiyatrosundaki oyuncuları döven birini göremiyorum filmde. Yapım olarak film basar ama oyunculuk olarak tiyatrosu … atmış yani. Başka da bir şey denmez buna.
Efendim…
Gerçek yetenekleri destekleyin ve gidip bunu izleyin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder